Tanışamayanlar #2 Gece Yarısı Öpücüğü Part -1

Biz de bi’ şeyler yiyip içeçeğiz, film izleriz sen de gelsene.

Böyle yazıyordu telefonun ekranında. İki sene önce olsa bu mesaj için delirirdi. “Hangi film?” diye cevap attı delirmek yerine. Artık onun için delirmiyordu. İki sene önce dinlediği her şarkıda alnını cama yapıştırıp onu düşünürken, bugün gelecek cevap için telefonun ekranına bile bakmıyordu.

“In Search of a Midnight Kiss.” diye cevap geldi. Kesin eski festivallerden falan bulmuştur diye düşündü. İki sene önce olsa festival kataloglarını onun için önceden tarar, gidebilecekleri filmlerin altlarını çizer, ona listeler yollardı. Hani belki ortam olur da gidebiliriz diye. İki senedir ne bir festival kitapçığına baktı ne de filme gitti.

“Hayattan soğutmuş bu kız beni” demişti bir keresinde bir arkadaşına. Oysa sürekli o kızla takılıyordu. Sevgili olamaya olamaya, kankalık mertebesine gelmişlerdi. Saçına dokunmaya kıyamazken, “nabyon” diye kafasına şaplak atma seviyesine gelmek? Artık spora gitmiyor, güzel şarapların peşinden koşmuyor, konser ya da etkinlik kovalamıyordu.

“Bi’ şey lazım mı”diye cevap attı. Bi’ yere giderken sorulacak en dandik soru. Eskiden olsa nasıl da sayardı. “Ne içeriz, bak şöyle yeni bir marka çıkmış, çok iyiymiş, aklına bişey gelirse mutlaka ara…” Artık bunları düşünürken bile yoruluyordu.

Ebru Kapıyı açtı.“Naabeer, gel öpiyim bi”dedi, yanağına dev bi öpücük şaplattı. Öpücükten sonra güldü ikisi de. Eskiden de birbirlerini böyle kocaman öperlerdi. Ama sadece yanaktan. Eskiyle bir bu aynı zaten.

“Selin bu” dedi.  Selin bir manevra yaptı, “Bi dakika, hemen mutfaktan telefonumu alıp geliyorum” dedi. İkisi de Selin’in arkasından baktılar. Selin sabahlığıyla koridorda kayboldu. “Selin kim” diye fısıldadı.

“Lise arkadaşım, Ankara’dan geldi” dedi Ebru. Selin koridordan yürüyerek geldi. Zaten yürüyemeden gelemezdi. Ama bu yürüyüşün altı çizilmeli. Bold yapılmalı, italik de olur. İtalik daha iyi gibi. Çünkü Selin yürümüyor adeta havada süzülüyor. Selin Airlines. Galiba uzun süre bu yürüyüş aklında kalacak. Selin çok güzel. Tropik bir kumsala vuran dalga mısın sen Selin? Yoksa dalganın denize dönerken arkasından yuvarlanan küçük pembe bir çakıl taşı mı?

Selin karşısına geldi, dikiliyor. Tezgahın üzerinden bir bardak su doldurdu. İçme onu Selin. İçiyor. İçti. İçerken glup glup diye çıkan sesler uzay boşluğuna kadar uzandı. Bu dünyaya ait olamayacak kadar güzel bir glup sesi bu. Git buradan glup, kendine uzayın uzak bir köşesinde cennet bir gezegen bul, orada yaşa. Sen bu dünyaya ait olamazsın. Barış, şu anda spora yeniden başlamak, yeniden güzel şarapların peşinden koşmak, yeniden konser ya da etkinlik kovalamak istiyor.

“İçeri girsene” dedi Ebru, “Kaldın öyle kapıda?”

“Ankara çok soğukmuş” diye bağırdı Barış. Biraz fazla bağırmıştı. Ebru ve Selin birbirlerine baktılar.

Selin: İdare eder, Ankara işte. Dedi. Dudağı ıslaktı. Eliyle kurlayacak mı acaba diye düşündü Barış.

Selin “Ben içeri geçiyorum, Barış Bey’in girmeye niyeti yok” galiba dedi. Barış Bey gülümsedi. Selin ona sempatikli bişey söylemişti. Barış’ın yüzündeki gülümseme hiç gitmeyecek gibi duruyor. Oraya silikon tabancasıyla sabitlenmiş gibi. Barış’ın saniyeler içinde Joker face’e dönüşümü Ebru’nun gözlerinden de kaçmadı.

Barış, Selin konuşurken dalıp gidiyordu. Selin’in anlattığı her şeyi başıyla onaylıyordu. Sürekli “hı hı” diyordu. Selin bir ara odadan çıktı. Pempe sabahlığı üzerindeydi. Dalganın ardından denize yuvarlanan küçük pembe çakıl taşı.

Ebru “Beğendin galiba Barış Bey” dedi. “Taş gibi” dedi Barış.

Ebru: “O haa!”

Barış “Yok öyle değil, ya. Yani çok güzel gerçekten” dedi. Selin odaya yeniden girdi. “Hadi başlayalım artık filme” dedi ve Ebru’nun dudağına minik bir öpücük kondurdu. Ebru ve Selin birbirlerine bakıp gülümsediler. Barış yutkundu. Boğazına küçük bir çakıl taşı takılmış gibiydi.

Devam edecek…

Türkçe