Partiler Bir Varoluş Havzasıdır / 4

Yiğitcan Erdoğan, Pub Story blog için yazdı.

Kapıdan bir adam giriyor. Kelli felli, müthiş bir adam bu. Bizim o insan, yani birinci tekil şahıstan hikaye anlatımı estetik olarak çok bencil olduğu için üç yazıdır “o insan” diye bahsettiğim ben içeride duruyor. Bu müthiş adam, kelli felli adam içeriye bağırarak giriyor. Bakın. Bağırarak. Müzik zaten gürültülü. Hoparlörler DJ’in merhametindeler, patlıyorlar. Odada patlayan tek şey onlar da değil üstelik, kalpler, yürekler, akıllar ve en çok da kulaklar patlıyor. Bu adam bunların hepsinin üstüne bir keyif bombası gibi kolları açık geliyor.

Bu kelli felli müthiş adam gelene kadar, bizim ben insan içeride duruyor. Hava almak üzere. Tam hava almak üzere yani. Kafasını kaldırıp o kelli felli adamı görmese, çıkacak gidecek. Tekrar yatağına yatacak, kafasını koyacak. Yine kendisine mağlubiyetlerden mağlubiyet beğenecek. Beğenecek bir de, hem de çok yakıştıracak üzerine. Kendisini böyle ilan edecek, varlığını bu istikamette güdecek. Öyle olmuyor. Çünkü bu sefer kelli felli o adam bağırarak dans pistine teşrif ediyor. Herkesle çak yapıyor, herkese sarılıyor. Bir yandan kollarını kaldırıyor, bir yandan kafasını sallıyor, hiç durmadan poposunu vuruyor ve susmadan bağırıyor. Ciğerleri yıllardır dışarı atamadığı bir mutlulukla doluymuş gibi bağırıyor. Yarın olmayacakmış gibi bağırıyor.

Ve o an, hem ben insan, hem kelli felli adam, hem de dans pistindeki çoğu kız ve oğlan bir anda fark ediyor. O an, sadece o an; yarın kayboluyor.

Müzik yükseliyor. Neşeli, keyifli bir müzik bu. Müzikle birlikte birkaç kişi kahkaha atıyor, duyuyorsunuz. Çığlık atanlar var, korkunçlu değil de öyle, “vuuu” der gibi; hayal edebildiniz mi? Kollar havaya kalkıyor. Gözler kapanıyor. Bedenlerin yanındaki bedenler görsel verilerle değil, ısısal verilerle tespit ediliyor. Bu bedenlerin hareketi kapalı gözlerin içinde büyüyüp şekilleniyor. Şekillendikçe keyifleniyor. Herkes aynı müziğin içine giriyor bazen.

Hiç maça gittiniz mi? Tribünde bulunmuş olanlar anlayacaklardır neyden bahsettiğimi. Herkes aynı şeyi düşünüp, aynı şeye bakıp, aynı şeyi duyuyorsa; varoluşları bir havuza toplanır. Hakem çirkin bir karar verir mesela, otuz bin kişi aynı anda beğenmez ve yuhalamaya başlarsınız. Öyle bir öfke yuvalanır ki içinizde, orada olduğunu bile bilmezsiniz, gittikten sonra ödünç gibi gelir. İşte partilerin de esas meselesi tam burada gizlidir.

Kendini bırakmak.

Kendini ama. Boşluğa, ya da müziğe, ya da başka bir insanın beden hareketlerine, ya da kelli felli bir adamın dayanılmaz neşesine; bir kokuya, bir dokuya, senin sırtını sıvazlayan arkadaşlarına, meşrubata, ışık şovlarına, dumana. Nereye olduğuna edebiyat tarihçileri karar versin, orası bizim işimiz değil. Bırakmak mesele. O insan ilk defa kendini bir dans pistine bıraktı o gece. Bıraktığı gibi yanındakiler tuttu. Çünkü yanındakiler de zaten kendilerini bırakmışlardı, epey de bir süre böyle devam etti. Böyle gitti. Böyle oldu. Herkes birbirine doğru birbirini bırakmış hâlde yoğuruldu. Müzik avucuna topladı onları. Tepelere çıkardı. O insan kendini kuş gibi hafif hissetti. Uçsa uçabilirdi. Tüy gibi geçirgen ve zarifti. Yere sadece bedeni yorulduğunda geri indi.

O adam, yine evine tek başına döndü o gece. Yine aynı yatağa uzandı. Bir düşünce yoktu bu sefer kafasında. Ama bu sefer kendini mağlup hissetmedi. Kendini kazanmıştı çünkü. Dışarıdan görenleri kazanmış mıydı? Bilmem. Kaybetmiştir belki de, çünkü itiraf edelim, yer yer epey gerizekalı gibi dans etti. Fotoğrafı çekilse binlerce kalp kazanır mıydı ertesi sabah? Sanmıyorum gerçekten. Çok eğreti pozlara soktu kendini eğlenirken, onlar da filtreden bağımsız güzel duracak şeyler değillerdi. Ama kendini kazandı, onu size söyleyebilirim. Bir partinin esasını ve esansını kavradı. Müsaadeniz varsa, önümüzdeki haftadan itibaren de ufak ufak anlatmaya devam edecek. Ben edeceğim yani. Bir takım parti anılarım var. Bunları size yaza yaza göstereceğim. Bir şeyler kazanırsak birlikte, ne ala.

Kazanamazsak da unutmayın. Mesele zaten kendini kaybetmek aslında.

Türkçe