Kaybedenler Kulübü mü? Çok Pardon Bütün Bunların Kayısıyla Ne Alakası Var?

Geçen gün enişteyle oturuyorduk. Yanlış anlaşılma olmasın, benim eniştem değil. Herhangi birimiz ve bilakis hepimizin eniştesi. Bu enişteyle karşılıklı oturuyor ve köfte düşünüyoruz. Ben bir taraftan köfte düşünüyorum, o da öteki taraftan köfte düşünüyor. Bir an ikimizin de aklından geçti, hissediyorum ki çok da kuvvetli bir biçimde geçti; sanki bir köfte çıksa ve gelse kapıdan, hayattaki bütün sorunlarımız çözülecek. Enişteyle aramızdaki boşluk öyle, köfte kadar bir boşluktu yani, bir köfte gelip aramıza girse her şey tamam olacaktı.

Ekmek gibi adamlardık ikimiz de o gece, onu söylemeye çalışıyorum.

Ekmek olmak iyi bir şey gibi gözüküyor, sonuçta herkesin ihtiyacı var; ama kimsenin ekmek tüketmeye dair dizginleyemediği bir arzusu yok ve bu varoluşsal bir sıkıntı. Çünkü insanın tabiatında var, insan arzulanmak istiyor. Ekmeği de sadece ölümüne aç insanlar arzulayabiliyor. Fakat işte müşküliyetten kaynaklanan arzunun adına zaten ihtiyaç deniyor. N’oldu? Ekmek öyle ekmek gibi kaldı yine.

Tam burada bir telefon olması lazım çalan. Arkadan çalacak, sonra birkaç dakika sonra biri bağlanacak. Biri gelecek, “sizi dinliyoruz sayın dinleyen” diyeceğim; sonra da gerçekten dinlemeyeceğim. Dinleyecek olan kişi şüphesiz duyduğu şeyin anlayamadığı ışıltısını tekrar üretmek için o gün orada olacak, ya da radyodan değil de telefondan dinlediği için kendini özel hissetmek istiyor. Ama kesinlikle dinlenmiyor, çok da umursanmıyor. Yalnızlık paylaşmak aslında esas amaç. Ne yapılıyorsa kendini yalnız hissedenler tarafından yapılıyor. Yalnız ve kaybeden.

Kaybedenler Kulübü’nden söz ediyorum. Gerçekten. Radyo programı olup, 90’ların sonu ve 2000’lerin başında yayınlanandan. Pub Story ile 30 Nisan’da parti yapacak olandan.

Ekmek gibi programdı. Daha doğrusu, iki sunucusu ekmek gibi insanlardı. Bazı günler kepekli oldular, bazı günler de itiraf edelim gerçekten çok bayatlardı. Aralarına bir köfte aramadılar, çoğu zaman aradıkları şey reçeldi. Reçelin iyisini bulmak çok zor olduğu için genelde barbunya ezdiler. Barbunya ezmek maharet isteyen bir şeydi, o yüzden onlar da bundan çok sıkılıp çilingir olmaya karar verdiler.

Bir düşünün, yani eğer kolaysa düşünmek, üç beş de düşünebilirsiniz kendinizi birle sınırlamanın bir anlamı yok. Düşünmenin anlamı var, Descartes söylemiş, öyleyse var. Düşünerek bir çukura inmek de, tepelere çıkmak da var. Düşünerek kazanmak da var, kaybetmek de var. Buradan lafı Kaybedenler Kulübü’ne bağlayacağımı düşünenler var. Onlar hatalı. Buradan lafı 30 Nisan Pub Story partisine götüreceğim. Dikkat ettiyseniz bağlamıyorum. Götürdüm bırakıyorum. Kendiniz bağlayın çünkü her şeyi yazardan bekleyerek nereye gidebilirsiniz? Yan bakıp okuma yeri mi burası?

30 Nisan’da Mete Avunduk ve Kaan Çaydamlı ile Kadıköy Sahne’de bir Pub Story – Kaybedenler Kulübü partisi var. Bakın bakalım orada ekmekle başlayan laflar bir yerlere bağlanıyor mu?

 

Yiğitcan Erdoğan.

Türkçe