Gitmediğimiz Tüm Partiler İçin / 5

Yiğitcan Erdoğan, Pub Story blog için yazdı.

Bir gece bir parti vardı bir yerlerde. Bir yerlerde diyorum, çünkü bu partinin yeri ya da konuşlandığı evren köşesi bana malum olmadı. Bana sadece varlığı aktarıldı ve ben bu varlığın huzurunda bir kararla göz göze kaldım. Gecenin sonundan spoiler vereyim, verdiğim kararın tortusu içime doğru sinerken ağzımda iyi kalmadı. Bu tırtıklı karar sadece bir soru üzerinden şekillenmişti, o sadece bir soru da aslında hepimizin duymak isteyebileceği türdendi: “Bir parti var, bu gece, bir yerlerde; gelmek ister misin?”

Ben “Evet” dedim. Sonra yanıtımı değiştirdim. Pek çok farklı evet gibi, bu da haber vermeksizin seri bir “Hayır” dönüşü yaşadı.

Geceyi biraz geriye saralım. Arkadaşlarım kendi evlerinde bir parti düzenliyorlardı. Partinin hüviyetine dair aklımda çok detay kalmadı açıkçası; belki özel bir gündü, belki de günlerin herhangi biriydi. Arkadaşlarım beni evlerinde görmek istemişlerdi, benim ihtiyaç duyduğum tek bilgi buydu ve kalkıp gittim. Benim evden onların evine tek bir otobüs vardı, o evin içinde pek çok sevdiğim insan olacaktı, evin de güzel bir balkonu vardı. Bütün bunlar birleşince ortaya güzel bir ev partisi çıktı. Kahkahalar takas edildi, hikayeler seyirci buldukça şekillendi. Güzel bir akşam olacak ki aklımda bunlardan başka hiçbir detay kalmadı.

Akşamın sonunda bir otobüs durağındaydım. Bu otobüs durağı tüm otobüs durakları gibiydi, sadece içinde birisi oturuyordu. Elleri kucağında, gözleri üzerinden araç geçmeyen asfalta dikili kalmış duruyordu bu birisi. Yanına ben gelip oturunca durakta otobüs bekleyenlerin sayısı ikiye çıktı. Kafasını kaldırdı, bana baktı. Bana bakıldığını hissedince ben de geri çevirdim bakışlarımı. Biri merhaba dedi. Konuşmaya başlandı.

Konu nereden nereye atladı bilmiyorum, hatırlamıyorum. İsimler verildi, paylaşıldı. İşler ve memleketler soruldu, bu sorular cevaplandı. Bunlar zaten merhaba ve hoşça kal arasında tanışan iki insanın birbiriyle ticaretini yapacağı bilgiler. Buradan atlayıp nasıl o merkez soruya geldik inanın bilmiyorum, ama geldik, gelindi, bir noktada bu insan gülümseyerek şunu dedi:

“Bir partiye gidiyorum, çok heyecanlıyım. Bütün hafta işteyken bu partinin hayalini kurdum. Sen de gelmek ister misin? Lütfen gel.”

Çoğu insana içinde kibarlık olmadığından bu kadar emin olduğunuz davetler nasip olmaz, biliyorsunuz değil mi? Çoğu davet günün sonunda dış faktörlerin emrettiği kuvvetlerle şekillenir. Ama otobüs durağının tekinde tanıştığınız birine hareket eden bir aracın içinde böyle bir soru soruyorsanız, soran da sorunun samimiyetine inanır. Bu soruya hazır olup olmadığı ise başka bir tartışmanın parçasıdır.

Uzatmıyorum, ben bu soruya ilk başta “Evet” yanıtı verdim. Sonra korktum ve yanıtımı değiştirdim.

Bu birisine sunduğum bahane “yorgunluk” gibi ipsiz sapsız birkaç tabir içeriyordu, ama esasında bu kararı almama mani olan şey korkuydu. Belirsizlik değil, plansızlık korkusuydu üstelik. Belirsizlik korkusunun çaresi vardır. Önünüzde bir şey belirir, belirmeyenden bir şeyler geriye dönük olarak mühendislenir; az çok bir harekât planı çıkar ortaya. Plansızlık daha büyük bir korkudur, çünkü panik anlarında dayanabileceğiniz bir sütun yoktur belinizin arkasında. Benim yoktu o gece. Olmadığı için omurgasızca “Hayır” dedim.

Ne olacaktı gitsem? Bilmem? Bilmemek beni o gün gitmenin yorabileceğinden çok daha uzun süre yorgun kıldı. İçimde bir ukde kaldığını iddia etmiyorum, en nihayetinde hikaye henüz başlamamıştı. Ama şu gözümün önünde çok net bir gerçek gibi duruyor, belki sizin oraya da gelir: O gece hayatımda iki parti vardı. Birine gittim. Diğerine gitmedim.

Gittiğimi hatırlamıyorum.

 

Gitmediğim hâlâ aklımda.

 

Yazı dizimiz bilahare devam edecek.

Türkçe