Dizideki adıyla McLaren’s, gerçek adıyla McGee’s New York’ta 55. Cadde üzerinde konuklarını ağırlamaya devam ediyor. (Tabii artık çok daha yoğun şekilde!) McLaren’s’i bu kadar özel kılan şey ise hepimizin en az bir defa seyrettiği How I Met Your Mother’da yaşanacak olayların merkez üssünü oluşturması ve mekanın efsane 5’limizi daima bir şekilde buluşturması.
Filmden sonra bu isimle pek çok farklı mekan açılmış olsa da The Beehive adıyla Londra’nın kuzeyindeki Buntingford bölgesinde klasik bir İngiliz pubı olarak hizmet veren The Horse & Groom, filmde geçen kurgusal kokteyl “Pan Galactic Gargle Blasters” servis etmese de şahane biralarıyla ünlü.
Crosslands adıyla ve halen Glasgow’da bulunan klasik bir İskoç pubı olan The Begbie Arms en çok da filmin en haşin karakteri Begbie’nin çıkardığı kavga sahnesiyle akıllarda kalır.
Yalnızlığı en güzel ve en yalın haliyle anlatan filmlerden olan Lost In Translation’da Charlotte ve Bob Harris’in ilk defa karşılaştığı Tokyo Hyatt Regency Hotel’in en üst katında yer alan New York Bar, etkileyici ambiyansı ve büyüleyici manzarasıyla insanın içini eriten bir caz kulübüydü.
Woody Allen’ın o masalsı filmini halen izlememiş olanlar çok şey kaybeder! O yüzden spoiler vermeden, filmde rol alan ikonik karakterlerin oturup yemek yediği Le Polidor’dan bahsetmek istiyoruz. 1845 yılından bu yana dekorasyonu hiç değişmeyen, Paris’in belki de en otantik mekanlarından olan Le Polidor’un müdavimleri arasında Andre Gide’den tutun da James Joyce’a kadar pek çok acayip isim yer alıyor. (Devamı filmde!:))
Burası öyle bir mekan ki koca bir filme esin kaynağı olup ismini bile vermeyi başarmış! New York’un eskiden “arka sokakları” olarak kabul edilse de şimdilerde şehrin en cool muhitlerinden olan East Village’de yer alan Coyote Ugly, gerçek bir old school Amerikan barı. Ucuz içkilerin su gibi aktığı, barın üstünde dans ederek içki hazırlayan barmaidlerlerin renk kattığı ve her yerinden seksi dansçılar fırlayan bu ikonik mekan halen aynı adreste misafirlerini ağırlıyor.
Spoiler vermek gibi olmasın ama Kaybedenler Kulübü filmindeki o unutulmaz “Sigaramın dumaaanı da dumaaanııı…” sahnesinde de görünen bar Kadıköy ruhunu iliklerinize kadar hissettiren Trip V2.0’den başkası değildir. Filmde çok defa –hatta esas oğlanla esas kızın tanışma sahnesi de dahil- görünen mekan, sabaha kadar en yakın arkadaşlarla takılmak için ideal.
Yine yerli filmlerden gidiyoruz ve Ankara’nın en cici mekanlarından birine ışınlanıyoruz. Bundan birkaç sene önce romantik filmlerden hoşlananları salya sümük ağlatan yerli yapım Aşk Tesadüfleri Sever’de Mehmet Günsur’un sahneye çıkıp “Eylül Akşamı”nı söylediği bir de üstüne hayatının aşkını bulduğu mekan Tunalı Hilmi Caddesi civarında bulunan Manhattan’dı. Mekan hala Ankara’nın en iyi gruplarını sahnesinde ağırlıyor ve her hafta sonu dolup taşıyor.
Tyler Durden rolüyle akılları baştan alan Brad Pitti ve en az onun kadar şahane Edward Norton’ın aşırı havalı şekilde girdikleri bar olan Lou’s, insana her daim fonda çalan Tom Waits’in Goin’ Out West şarkısını hatırlatır.
Gerçek hayatta asla var olamayacak bir bar olsa da Springfield ahalisinin gözdesi olan Moe’s Tavern, Homer ile sabahlara kadar aylaklık yapmak isteyeceğimiz bir mekan değil mi? Springfield’ın en tuhaf ve cimri karakteri olan Moe’nun hem sahibi hem de barmeni olduğu bu mekan dünyanın en saçma ve komik diyaloglarına sahne olmasıyla gönülleri her daim fetheder.
Amerika’nın gelmiş geçmiş en çok izlenen televizyon dizileri arasındaki yerini üzerinden o kadar yıl geçmesine rağmen koruyan That 70’s Show, ülkemizde de müdavimleri olan bir diziydi. 70’li yılların Amerika’sında bir grup liseli gencin rock n roll kültürü ve ergenlik arasındaki komik hallerini anlatan bu sağlam dizide kahramanlarımızın daima takıldığı The Hub, salaş ortamı ve ergenlere tahammülü olmayan sarkastik sahibiyle gönüllerde taht kurardı.
Sadece Ankaralıların değil Türk televizyon tarihinin en efsane dizilerinden Behzat Ç. seven herkesin bayıldığı “o” meşhur salaş meyhanenin adı Sokakbaşı Meyhanesi. Dizide isimsiz olarak geçen ve Behzat amirin tek başına ve ekibiyle birlikte Neşet Ertaş dinleyip rakı içtiği bu salaş meyhane, diziden sonra epey popülerlemiş durumda.
Sex And The City’nin en can alıcı gıybet sahnelerinin geçtiği; kızların birbirini her konuda güncellediği ve kankalık müessesesinin devamını sağlayan öğle yemeği mekanı Cafeteria, halen New York’taki Chelsea semtinde kalabalıkları ağırlamaya devam ediyor. Hatta New York’ta Sex And The City’nin çekildiği lokasyonları kapsayan turlarda Cafeteria’ya mutlaka yer veriliyor.