Duvarın İki Tarafı / 10

Yiğitcan Erdoğan, Pub Story blog için yazdı.

Hayattaki en güzel şeylerden biri yürümek. Temponu bozmadan, düz yolda yürüyebiliyorsan hele; hele de kulağında bir yerlerde güzel bir müzik icra ediliyorsa ve yolun bir yerde bir nehir kenarından geçiyor ise, o zaman attığın her adım ruhunu tımar ediyor. O gece de six dogs’u ve mekanda çalan bayık deep house müziği arkamda bırakıp yürürken kendimi tımar olmuş hissetmek amaçlarımdan biriydi şüphesiz. Ama o gecenin büyülü olmaya başladığı an yürümeyi bırakıp sırtımı bir duvara yasladığımda geldi.

Sırtımı o duvara yaslamam bir tercihti, tesadüf eseri gerçekleşmedi. Duvar dümdüz bir duvardı bu arada, özel bir tarafı olduğunu söyleyemem. Beyaz, sıvası yer yer akmış, Atina’nın pek çok duvarı gibi üzeri grafitiler ile kaplanmış sıradan bir duvar vardı o gece arkamda. O duvarın da arkasında olan şey asıl önemli olandı, o duvarın arkasında da, her yaslanmaya layık duvar gibi kaliteli bir müzik vardı.

Bu noktada sorduğunuz soru “peki neden içeri girmedin?” olursa, hem güzel bir soru olur, hem de hikayeyi ilerletir; bu yüzden müsaadenizle sorulmuş kabul ediyor ve yanıtlıyorum: İçeri girmedim, çünkü her içeriye girilmez, bunu zamanla öğrendim. Duvarın arkasından ince ince bir blues melodisi yükseliyordu. Pencereden kafamı uzattım baktım, küçük bir grup, biri elinde çello, biri elinde gitar, bir diğerinde davul, bir diğerinde vokal; ince ince müzik yapıyorlardı. Önlerinde dolu masalar vardı, masalarda tabaklar temizlenmiş ama kaldırılmamıştı. Belli ki bir yemek organizasyonuydu, bu yüzden de terli ve kokulu bir adamın içeriye girip sandalye çekmesinin hoş karşılanmayacağı çıkarımında bulunmak güvenli gözüküyordu. Duvarın arkasına geçmeyip, önüne yaslanmış olmamın sebebi buydu.

Müzik çalarken, kötü bir alışkanlığım olan sigarayı aradı ellerim. Söylemeye gerek yok, içen de içmeyen de bilir, sigara sizi kanser eden bir alışkanlık eseridir. Bir noktadan sonra istediğiniz için değil, içmediğinizde çekeceğiniz çileden korktuğunuz için tüketmeye devam edersiniz. Kabullenenler bunu bilir. Kabullenmeyenler adına “el alışkanlığı” diye seslenir. Benim de el alışkanlığım, sarma tütün içtiğimden, ellerim boş kaldığında sigara sarasımın gelmesidir. O gece de o el alışkanlığıyla paketi çıkartmış, kafamı öne eğmiş, kağıt arıyordum. Bir anda uzağımdan bir ses duydum.

 

Pardon, bir sigara alabilir miyim?”

 

Bu ses bunu Yunanca söyledi, ağır aksanlı bir Yunancaydı, ama yine de Yunanca da sigara anlamına gelen “cigaro” kelimesini çıkardım. Oradan sonrasını anlamak için Sherlock Holmes olmaya gerek yoktu. Adama baktım, eline bir filtre, bir kağıt, biraz da tütün bıraktım. Kafasıyla teşekkür etti, minnetini bir de Yunanca belirtti. Ben de İngilizce cevap verdim. Sigarasını sardı, çakmağımı uzattım.

 

Nerelisin?” diye sordum.

“Kongo.” dedi.

Evini özlüyor musun?” dedim.

 

Sanki bu soruyu beklemiyormuş gibi, ya da belki de aslında uzun zamandır birinin kendine bu soruyu sormasını bekliyormuş da çokça vakit önce ümidi kesmiş gibi bir şaşkınlıkla irkildi. Gözleri açıldı. Gülümsedi.

 

Özlemez olur muyum?” dedi.

 

“Kaç yıldır buradasın?” diye sordum.

İki buçuk yıl oldu.” dedi.

Buralarda mı yaşıyorsun?” diye sordum tekrar. Gülümseyip omzunu silkti.

Sayılır. Evim yok, sokakta yatıyorum.” dedi.

 

İş aradığını söyledi. Her yere özgeçmiş yolladığını, ne iş olsa yapmaya hazır olduğunu. Bunun üzerine Cuma gecesi ne yaptığını sordum, o da geceleri girişi ücretsiz kulüplere girip çıktığını söyledi. Hem vakit geçsin diye, hem ısınmak için, hem de eğlenceli olduğundan. Gire çıka pek çok mekanın barmenlerini, garsonlarını tanıdığını anlattı. Çoğunun yardımcı olduğundan söz etti. Bir tanesinin yakında olduğunu belirtti. Oraya gideceğini söyledi.

 

Adın ne?” diye sordum.

Bob.” dedi.

Memnun oldum Bob. Ben Yiğit.” dedim. Elimi sıktı.

Ben de. Benimle o mekana gelmek ister misin?” diye sordu.

 

Ömrünüzde size bazı Bob’ların böyle soruları sorduğu anlar olacak. Ben giden bir otobüste böylesi anlarda ret cevabı vermemeyi öğrenmiştim. Başımı kaldırdım. Bakabildiğim en odaklı şekilde Bob’a baktım. Kafamı sallayıp gülümsedim, o da bana gülümsedi. Ve Bob’la partilediğimiz gece böyle start verdi.

 

Haftaya gelirseniz, devamını anlatmaktan keyif duyarım.

Türkçe