Dans Çemberleri ve Arka Bahçe / 12

Yiğitcan Erdoğan, Pub Story blog için yazdı.

Bob’la girdiğimiz ikinci mekanı size nasıl anlatabilirim?

Mekanın tasvir edilecek çok bir yanı yok. Kutu gibi bir girişi, mütevazi bir arka bahçesi var. Elbette bu soğuk havada arka bahçenin pek bir anlamı yok, fakat yine de orada oturmayı tercih edenler var. Kutu gibi giriş, o gece o saatte artık dans pisti oluvermiş. Bir bar var, barın arkasında bir grup güzel kız ve yakışıklı oğlan meşrubat dağıtıyorlar. Bar bahçe kapısının hemen önünde, tam karşısındaki duvar ile de arasında belki iki insanlık bir mesafe ya yok, ya var. Bar L şeklinde duruyor, L’nin kısa kenarı ise sokak girişine bakıyor. O kısa kenar ve sokak girişi arasındaki yerde de insanlar dans ediyor.

Bob’la buraya girdiğimizde ikimiz de çalan müziğin başka bir seviyede olduğunu anlıyoruz. Bunu anlıyorsunuz bu arada. Müzik gurmesi olmanıza gerek yok, ruhunuza işleyen müzikle teğet geçeni bence her beden hissediyor. “Ensendeki tüyler yalan söylemez” demişti Sezen Aksu bir kere. Kusura bakmayın ama Sezen Aksu ile müzik konusunda ters düşecek değilim. İkimiz de ensemizdeki tüylerde hissediyoruz. Burada iyi müzik çalınıyor.

Bununla birlikte ben kendimi dans pistine atıyorum, Bob’u da peşimden sürüklüyorum. Bob’la karşılıklı olarak kıvırtmaya başlıyoruz. Bob “Meşrubat alsak mı?” diye kaş göz yapıyor, ama paramız yok, Bob’a bunu söylüyorum. Adeta Aksaray’da yetişmiş bir insan edasıyla kafasını geriye “Amaan, koy gözüne rahvan gitsin be o zaman” dercesine salıyor. O salınca ben de salıyorum.

İnşallah hayatınızda bir gün hepinize nasip olur, gerçekten ölü bir dans pistini coşarak eğlendirmek kadar büyük bir onur yok. Başıma birkaç kez geldi, gelişlerini de burada zaman geçtikçe zaten anlatacağım. Ama yerimiz şu an Bob ile geçirdiğimiz geceye ait. Bob ile girdiğimiz, cebimizde paramızın olmadığı ve dans ederek insanları ayaklandırdığımız gece. Biz karşılıklı dans ederken aralarından geçtiğimiz kalabalık insan güruhunu da dans ettirdiğimiz bir gece bu. Yanından geçtiklerimizin kıpırdandığını ikimiz de hissediyoruz. Görmüyoruz sadece, durum bu, çünkü gözlerimiz kapalı. Aşağı yukarı birbirimizin nerede olduğunu duyumsuyoruz, az buçuk L şeklindeki barın kısa kenarına dair bir fikrimiz var çünkü çarpmak istemiyoruz. Onun dışında anladığımız tek şey müzik.

Ben bir noktada, belki yarım saat, belki kırk dakika böyle geçtikten sonra gözlerimi açıyorum. İki şey fark ediyorum.

Birincisi, biz dans ede ede bir dans çemberi oluşturmuşuz. Şu an Bob ile benim birer ucunda durduğumuz bir çember var. Ortada bir boşluk duruyor. Çeperindeki herkes dans ediyor.

İkincisi, mekanın kapısı tam gözümün önünde. Açılıyor. Bir grup arkadaş içeri giriyor. Gayrı ihtiyari süzüyorum. Dört tane kız. Bir tanesi siyah saçlı, uçlarında sarılar var. Bir tanesinin kırmızı kalem bir eteği gözüme çarpıyor.

Hemen Bob’un koluna vuruyorum, bir iki kere de değil baya şiddetli ve sarsarak. Bob da benim baktığım yere bakıp ne olduğunu fark ediyor. Aynı kızlar, bizim olduğumuz mekanı terk eden kızlar, büyük ihtimalle bizle benzer bir rotayı izleyip yollarını buraya kırmışlar. Bob’la bakışıyoruz. Ben o an bunun benim kefaretim olduğunun idrakına varıyorum.

Bir kere Bob’u yüz üstü bıraktım. Bir daha asla.

Gidip kırmızı kalem etekli kıza yanaşıyorum. Selam veriyorum. Bundan feyz alan Bob da kendi beğendiği kıza gidiyor. Konuşuyoruz. Sonra bir başkası bir şey diyor. Bob kırmızı kalem etekli kıza sesleniyor. Ben dördüncüsüyle sohbet açıyorum. Bob’un beğendiği bana bir şey soruyor. Herkesin keyfi yerinde, herkes gülümsüyor. Kızlar beş dakika sonra o mekanı da terk ediyor.

N’aparsın? Hayat.

Bob’la birlikte arka bahçeye geçiyoruz. Bir sigara sarıp Bob’a ikram ediyorum. Beraber bakışıyoruz. Bob’a eve gideceğimi söylüyorum. Bob yine konuşmasına başlayacak gibi oluyor. Ama bu sefer etkilenemem, çünkü doydum, doldum, hayattan alacağımı aldım. Bu gece bunun için çıkmamıştım, böyle bir parti değildi hayal ettiğim; ama zaten partiler hayal ettiğiniz gibi olan şeyler değildir, bunu biliyorum, öğrendim. Partiler siz eğlenmeye karar verdiğinizde ya da en azından kendinizi mecbur kıldığınızda başınıza gelen şeylerdir. İstemeyen gözler en gözde mekanda bile kaçacak delik için etrafa bakar. İsteyenler için de bir Bob her zaman vardır.

Bu Bob’un elini sıkıyorum. Vedalaşıyoruz. “Belki bir gün yollarımız tekrar kesişir” diyorum Bob’a. “Belki.” diyor. Mekanı terk ettikten sonra bir süre nerede olduğumu anlamakta zorlanıyorum. Sonra kafamı kaldırıp Akropolis’i görüyorum. Atina’da Akropolis’i gördükten sonra nerede olduğunuzu anlamak kolay. Yürümeye başlıyorum.

Bugüne bugün Bob’u tekrar bir daha görmedim. O beni gördü mü bilmiyorum. Ama o gece söylediğini unutmayacağım, hatırlıyorum. Siz de hatırlayın diye buraya yazıyorum. Arkadaşlar birbirlerinin sönen alevlerini yakarlar. Düştü mü yükseltirler. Baydı mı hareketlendirirler.

Dünyanın arkadaşlarına Bob’luk eden bütün güzel insanlarına selam ve sevgiyle. Bir gün beni bir duvara yaslı müzik dinlerken görürseniz, yanıma gelmemezlik etmeyin.

Türkçe