Bob Oluşun Dayanılmaz Hafifliği / 11

Yiğitcan Erdoğan, Pub Story blog için yazdı.

Kongolu evsiz Bob ile birlikte o gece iki mekana gittik.

İlk girdiğimiz mekan bir bardı. İçeride hoş bir müzik çalıyordu. Girer girmez bir meşrubat söyledim, Bob’a verdim. Kendimi sınırsız bir hayırsever olarak tanıtmak istemem, bu arpalı meşrubatın bir bölümünü bana önerdiğinde Bob’u reddetmedim. Neticede beraber eğleneceksek, eğlence kaynaklarımızı kırıp bölüşmemiz de haktı.

Bob da böyle düşünmüş olacak ki, eğlencemizin sınırlarına flört dahil etmeye karar verip, bu flörtü de paylaşmamıza ihtiyaç olduğuna inandı. Çalan sıradan çalma listesinin arada yaşadığı yükselişlere eğlenir, sıradanlaşmaya başladığı yerde de kendi eksenimizde Sana Bağlıyam teyze gibi yaylanıp sallanırken Bob kulağıma uzandı.

 

Şu kızları görüyor musun?” dedi.

 

Gösterdiği yere baktım. Dört tane güzel giyimli, birbiriyle muhabbet eden kız vardı. İşin açıkçası kızlardan bir tanesini ben de fırsat buldukça süzüyordum. Güzel kırmızı bir kalem eteği, dalgalı kestane saçları, gülerken çıkardığı hoş bir sedası vardı. Karşılıklı oturup birer kadeh meşrubat içtiğinizde güldürmek isteyeceğiniz tipte bir kadındı. Fakat hayatım boyunca kalabalık grupların içinden tek bir kızı flört için çekip çıkarma konusunda hiçbir zaman çalışan bir yöntem bulamamıştım. Bu sebepten oluşan kaygımı Bob’a da söyledim.

 

Görüyorum, ama dört kişiler, biz iki kişiyiz. Ne yapacağız Bob?”

“Gidip konuşalım, ne olacak ki?”

 

Bu noktada bir strateji yapmamız gerektiğinin farkındaydım. Bunu da bu ortamda yapamayacağımız açıktı. Bob’un omzuna dokundum, dışarıyı işaret ettim. Gürültülü müzik sallanan kapının arkasında kalıp bizi soğuk havayla baş başa bırakırken bakışlarımla oturacak bir yer aradım. Karşı apartmanın giriş merdivenleri vazifeye müsait görünüyordu. Orayı işaret ettim, yürüdüm, oturdum, Bob da gelip tam yanıma çömeldi.

Ben itirazlarımı hemen dile getirdim, dört kişi yan yana eğlenmeye çıkmış bir insan grubunun ekibin yarısını flörte kaybetmeye tamam olacağına aklım ermiyordu. Hem zaten içeride epey bir süredir duruyor ve dans edip sallanıyorduk. Bir şey olacağı varsa zaten olurdu. Bob itirazlarımın hepsini bertaraf etti.

 

Neden olmasın, sadece gidip konuşacağız. İstemezlerse istemezler, ne olacak? Geri döneriz. Sen beğendiğin bir tanesi var mı, onu söyle.”

 

Bob’a baktım. O da bana baktı. Saklamanın bir anlamı yok gibiydi, o yüzden de itiraf ettim.

 

Aslında o kırmızı etekli kız hoştu.” dedim mırıldanarak.

Hah, tamam!” dedi Bob heyecanla, “Ben de saçlarının ucu sarı olanı beğendim, sağda oturan. Hadi gel, gidip aynı anda konuşalım. Yapabiliriz, niye yapamayalım, gidip aynı anda konuşalım. Var mısın, tamam mısın, hadi var mısın?”

 

Bob’a karşı koymak gerçekten çok zordu. Kendimi istemsizce sırıtırken buldum. Heves ve hırsla ayağa kalktım, “Tamam lan!” dedim, İngilizce konuştuğumuz için tam böyle demedim aslında, ama “All right man!” demiş olabilirim, lokalizasyonu affetmenizi umuyorum. Mühim olan kelimeler değil, tavırdı zaten. Bob’la birlikte tavrımızı da alıp içeriye girişimiz, birbirimize bakışımızdı. Yapacaktık.

Yapamadık.

Daha doğrusu ben yapamadım. Kızla göz göze gelmeye çalıştım, bir kere de geldim aslında. Fakat kız bunu fark eder etmez önüne döndü. Şahsi almam söz konusu bile değildi, üstüm, başım ya da tavrım değildi problem. Bunları tespit etmeye yetecek kadar bile göz gezdirmeden gözlerini kaçırmış olması şüphelerimi doğrular nitelikteydi. Bu gece, o gruptaki kimse flört amacıyla çıkmamıştı dışarıya. Bu yüzden Bob’u sattım. Bob harekete geçmek için bir süre beni bekledi, bakıştık, ben bakışlarımla Bob’a planlarımdaki değişikliği anlatmaya çalıştım, Bob ise anlamadı. Ya da anladıysa da yine kendi bildiği şekilde hareket etmeye kararlıydı. Beni bırakıp kızların yanına gitti, saçlarının ucu sarı olanla konuşmaya başladı. Kızlar sıcakkanlıydı, naziktiler. Bob da sevimliydi Allah için. Ama yirmi saniye ya geçti, ya geçmedi. Bob tekrar yanıma geri geldi. Daha fenası ise birkaç saniye sonra yaşandı. Kızlar mekanı terk ettiler.

Bob bunu şahsi aldı mı bilmiyorum. Tekrar hava almak için dışarıya çıktığımızda umursamış gibi değildi. Yandan geçen iki kıza “Gelip bizle oturmak ister misiniz?” diye sordu sanki az önce ret yememiş gibi, kızlar da gülümseyip “Yoo eve gidiyoruz, teşekkürler” dediler, Bob iyi geceler diledi, onlar da iyi geceler dilediler. Sonra bana döndü. “Niye konuşmadın?” dedi.

 

Bob, kızların flört edesi yoktu. Böyle olacağı çok belliydi.” dedim.

Kafasını salladı. “E peki. Hadi gel başka bir yere gidelim o zaman.” dedi.

Bob saat iki buçuk oldu. Ben eve gideceğim.” dedim. Bob bir anda ayağa kalktı.

Hayır.” dedi. “Arkadaşlar bunun için vardır. Biri düşünce diğeri yükseltir. Biri yorulunca diğeri güç verir. Daha bu gece işimiz bitmedi, hadi gel pes etme. Daha gidecek yerimiz var. Bir mekan daha biliyorum, güzel müzik çalıyorlar. Garsonu tanıyorum. Hadi. Düşme, yüksel. Sönme, alevlen.”

 

Gerçekten argümanlarıyla yarışmak zordu. Yarı hayranlık, yarı eğlenmelik bir ifadeyle Bob’a baktım. Kafamı salladım, ayağa kalktım. “Haydi be o zaman” dedim. Yürüyüp mekana girdik.

 

Bob’la o gece girdiğimiz son mekan oydu. Arzu eder ve gelirseniz, haftaya onu da anlatıp konuyu bitirmek isterim.

Türkçe