Bazı tanışmalar çok özel #9: Jim Morrison & Pamela Courson

Bu unutulmaz çiftin tanışma öyküsünü Pub Story Blog’a taşımaya karar verdiğimizden beri kafamızın içinde The Doors’un insanı aşık olmaya teşvik eden parçası Love Street çalıyor! Çünkü Love Street, Jim ve Pam’in 27 yıllık kısacık ömürlerine sığdırdıkları “kozmik ilişki”lerinin de en naif özeti aslında…

E haydi o zaman! Yazıyı okurken siz de şarkıyı açın ve bize eşlik edin!

Bir rock tanrısının doğuşu

Tüm zamanların en ilginç, en derin, en yetenekli ve tabii ki en seksi adamlarından olan Jim Morrison –asıl adıyla James Douglas Morrison- orta sınıf bir Amerikan ailesinde, kendi halinde bir çocukluk geçirmişti. Henüz 10 yaşındayken yapılan IQ testinden 149 puan alarak üstün zekalı olduğu belgelenen Jim, henüz lisedeyken, Nietzche; Huxley, William Blake ve Keurac gibi yazarların baş köşede olduğu dev bir kütüphaneyi devirmişti!

Peki görünüşte kendi halinde bir kitap kurdu olan “Jimbo” nasıl oldu da ölümünün üzerinden neredeyse 50 yıl geçmesine rağmen hala kitlelere ilham verecek kadar karizmatik bir rock stara dönüştü?

Buyurun sorunun cevabına: Jimbo’ya göre, yaşam ve ölümün felsefesinden beslenen sanatsal ilhamının kaynağı henüz 4 yaşındayken tanık olduğu trajik bir olaydı. Ailesiyle birlikte arabayla New Mexico otoyolunda ilerlerken bölgede yaşayan Kızılderililerin başına gelen acı bir kazaya rastlayan küçük Jimbo, ölüm olgusuyla ilk kez o gün tanıştığına inanmıştı. Ve Jim Morrison, kişiliğini şekillendiren bu travmatik anıyı yıllar sonra şu cümlelerle ifade etmişti:

“Ölümü ilk keşfettiğim an… Ben, annem, babam, büyükannem ve büyükbabam gün batarken çölde ilerliyorduk. Bir kamyon dolusu Kızılderili başka bir kamyona ya da bir şeye çarpmıştı. Kızılderililer bütün ana yola dağılmıştı ve kanlar içinde ölümü bekliyorlardı. Babam ve büyükbabam, arabadan neler olduğuna bakmak için inmişlerdi. Ben daha çocuktum, o yüzden arabada oturup beklemem gerekiyordu. Ben bir şey görmedim. Tek gördüğüm şey garip, kırmızı boya ve yerde yatan insanlardı, ama bir şey olduğuna emindim. Çünkü onların yaydığı dalgaları hissedebiliyordum. Birden yerde yatan insanların da olay hakkında benim bildiğimden daha fazlasını bilmediklerini fark ettim. İşte o an ilk kez korkuyu tattım.”

Yıllar boyunca, gözlerinin önünde yaşamını yitiren ve araba camının ardından göz göze geldiği bir Şaman’ın ruhunun kendisine geçtiğine inanan Morrison, belki biraz bu yüzden olsa gerek Şaman felsefesi hakkında derin araştırmalar yapmıştı. Hatta Kaliforniya’da bulunan ve dünyanın en saygın film okullarından biri olan UCLA’da okuduğu yıllarda bu olaydan beslendiğini açıkça ortaya koyan pek çok kısa filme de imza atmıştı.

Vietnam Savaşı’nın patlamasının ardından orduya katılmamak için UCLA’daki eğitimine devam eden ancak bir yandan da ABD’deki eğitim sistemini acımasızca eleştiren Morrison 1965 yazında, Kaliforniyalı hippilerin sıklıkla takıldığı Venice Beach’e çok sık gidiyordu. Yine Venice’te takıldığı günlerden birinde sonradan The Doors’un klavyecisi ve ikinci adamı olacak Ray Manzarek’le karşılaşan Morrison, Manzarek’e yazdığı şiirlerden birkaç size okumuş ve deyim yerindeyse Manzarek’i kendine hayran bırakmıştı. William Blake şiirlerini andıran mistik ve asi Morrison dizelerini deneysel rock şarkılarına dönüştürmeyi öneren Manzarek’in fikri sayesinde, ilhamını Aldous Huxley’in kitabı “The Doors of Perception” The Doors grubu kurulmuş oldu!

Jim Morrison’ın provakatif ve seksi sahne duruşunun da katkısıyla, ünü çok kısa süre içinde Kaliforniya sınırlarını aşan The Doors için dönemin gazeteleri şu benzetmeyi yapmışlardı: “Rolling Stones uçmak isteyenler için, The Doors ise çoktan uçmuş olanlar için”

Herkesin bir ilham perisi vardır… Morrison’ın bile!

Gerek şarkı sözlerinde, gerek sahnede tutuklanmasına bile sebep olan sahne şovlarında her daim kaos ve başkaldırıdan beslenen Morrison’un içinde de bir huzur özlemi yok değildi. Belki de bu yüzdendir ki Venice yakınlarında, dönemin hippi gençlerinin katıldığı bir partide Pamela ile karşılaşan Jim, onun romantik beklentilerine asla karşılık veremeyeceğini bilse de kendini Pamela’nın küçük kızlara özgü saflığından alıkoyamamıştı. Ve bu günden sonra Pam, The Doors’un en iz bırakan şarkılarının sözlerinin yazılmasına sebep olan ilham perisi olarak arz-ı endam edecekti.

Ayrıca Pam’in The Doors ve Jim üzerindeki etkisi “ilham periliği”nden çok daha ileri gitmişti. Çünkü Pam, Jim’in yazıp bir köşeye attığı ve muhtemelen kaybolmakta olan şiirlerini sabırla derleyerek Not to Touch the Earth başta olmak üzere, bugün dinlemeye doyamadığımız birçok The Doors şarkısına da hayat vermişti.

The Doors, rock n roll aleminde ezberleri bozadursun, Jim ve Pam’in ilişkisi de fırtınalı bir şekilde devam ediyordu. Birbirlerine çok aşık olsalar da Jim’in hırçın ve huzursuz karakteri, Pam’in aidiyet duygusuyla adeta savaşıyordu. Yani Pam ne kadar tek eşli ve ilişki odaklıysa; Jim de o kadar özgürlüğüne düşkün ve yıkıcıydı. Çiftin arasındaki bu dengesiz halleri en iyi tanımlayan şey ise hiç kuşkusuz The Doors’un 1967 tarihli Queen of the Highway parçasıydı. Çünkü Jim bu parçada kendisini siyah deriler içinde vahşi bir canavar; Pam’i ise kırılgan bir prenses olarak betimliyordu.

Jim ile Pam’in ilişkileri tüm şiddeti ile devam ederken araya giren kısa bir ayrılık sonrasında çift, Los Angeles’taki Laurel Canyon Bulvarı’nda bir ev satın alarak orada birlikte yaşamaya başlamışlardı. Frank Zappa, The Byrds ve Joni Mitchell gibi müzisyenlerin de evi olan bu cadde tabii ki çiftin ilişkileri için yazılan Love Street şarkısındaki o “street”ten başka bir yer değildi!

Yani aslına bakarsanız The Doors’un efsaneleşmesinde Jim’in olduğu kadar, onun biricik ilham perisi Pam’in de katkısı vardı.

27’nin laneti

Acısıyla tatlısıyla birlikte geçirdikleri 5 yılın ardından Jim konserlere ara vererek, şiire ve edebiyata odaklanmak için sevgilisi Pam’le birlikte Paris’e yerleşmişti. Ve çift, yeni “Love Street”leri olarak Paris’in en özel caddelerinden Rue de Beautreillis’i seçmişti.

Ancak çiftin Paris sokaklarında heyecanlı turistler gibi dolaşırken verdikleri fotoğraflardan sadece bir hafta sonra Jim, henüz 27’sindeyken bu dünyaya veda etti. Jim’in kayıtlara kalp yetmezliği olarak geçse de günümüzde hala şaibeli bulunan ölüm nedeni birçoklarına göre aşırı doz eroinden başka bir şey değildi.

Jim’in ölümünden sonra çok zor günler geçiren ve daima Pamela Morrison olarak anılmak isteyen Pam de tıpkı biricik aşkı Jim gibi, Jim’in ölümünden sadece 3 yıl sonra 27 yaşındayken aşırı dozdan öldü.

Yakın çevresine göre Pam’in 27 yaşında ölmesi, acı bir tesadüften çok daha fazlasıydı. Çünkü Pam ölümünden 6 ay kadar önce yakın arkadaşı Diane’e “Bu dünyada Jim’den kaldığı süreden daha fazla kalmak sadece acı verir” diyerek sanki olacakların sinyalini vermişti.

Sadece 5 yılda hem birbirlerinin hayatlarını hem de müzik tarihini değiştiren bu ikonik çift belki de siz bu yazıyı okurken, evrenin başka bir katmanında buldukları yeni Love Street’lerinde yürüyorlardır? Olabilir mi dersiniz? 🙂

Türkçe