Bazı Tanışmalar Çok Özel #42: Franz Kafka & Milena Jesenská

Bazı tanışmalardan geriye ille de büyük ve ölümsüz aşklar ya da efsanevi dostluklar kalmaz. Çünkü bu ”çok özel” tanışmalar tıpkı Bansky’nin ”Balonlu Kız” eseri gibi kendi kendini imha ederken ardında yıldız tozu misali sonsuza dek atmosferde salınacak derin etkiler bırakır. Haydi gelin tam da böyle bir tanışma öyküsü olan ve edebiyat tarihine bu yıldız tozlarından bolca serpen Franz Kafka ile Milena Jesenská’nın hikayesine birlikte dalalım!

Hiçbir Yere Ait Olamayan Adam: Franz Kafka

Dünya edebiyatının en özgün, en depresif ve yalnız yazarlarından olan Franz Kafka’nın ‘hiç gülmeyen yüzünün’ kaynağını anlamak için aslında yazarın çocukluğuna ufak bir yolculuk yapmak yeterlidir. 1883 yılında Almanca konuşan Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Prag’da dünyaya gelen Franz Kafka’nın çocukluk öyküsü öfkeli, baskıcı ve sevgisiz bir babanın gölgesinde şekillenir.

Çocukları üzerinde sert bir otorite kuran ve onlara asla şefkat beslemeyen bir babanın dışında küçük Franz Kafka için başka varoluşsal sorunlar da mevcuttur. Çünkü Franz aslında doğma büyüme Praglı olmasına karşın almanca konuştuğu için Çekler, Yahudi olduğu için de Almanlar tarafından kabul görmez. Ancak tüm bunlar yaşıtlarına göre çok daha olgun ve zeki bir çocuk olan Franz’ı yıldırmaz ve o ülkenin en iyi hukuk fakültesinde eğitimini tamamlayarak iyi bir ceza avukatı olma yolunda ilk adımlarını atar. O yıllarda iyi bir edebiyat okuyucusu olmak dışında edebiyatla çok da alakası olmayan Kafka için yol ayrımı, hayatını değiştiren bir diğer ”çok özel” tanışma ile belirginleşir. Kafka o yıllarda, henüz genç bir hukukçu iken Yahudi edebiyatçı Max Brod ile tanışır ve önce dost olan ikili, sonrasında birbirilerini entelektüel açıdan beslemeye başlar.

Erkeklerin Gölgesiyle Sönen Bir Ateş: Milena Jesenská

Yalnızlığı bir kader olarak yaşarken, bir yandan da kitaplarını çekçeye çevirilmesi ile ilgili çalışmalar yapan Franz Kafka için hayatın anlamı 1919 yılının bir sonbahar gününde tamamen değişir. Çünkü Franz Kafka’nın yakın arkadaşı Max Brod aracılığı ile tanışacağı bu tercüman, sonradan hayatının aşkı olacak Milena Jesenská’dan başkası değildir!

Praglı aristokrat bir ailenin gazeteci kızı olan Milena, görünürde refah içinde devam eden kusursuz bir hayata sahip gibi olsa da aslında çok genç yaşında büyük acılarla yoğrulmuş bir genç kadındır. Tıpkı Franz Kafka gibi despot ve sevgisiz bir baba tarafında  büyütülen Milena, henüz 16 yaşındayken kaybettiği annesinin ardından babasının tek ‘oyuncağı’ olmuştur. Ne yapacağına, nasıl konuşacağına ve ileride hangi mesleği icra edeceğine babası karar veren Milena için bunlar bir süre sonra dayanılacak noktayı aşar ve genç kız içindeki anarşist ruhu ortaya döker.

İlk olarak babasının her şeyden çok önemsediği servetine ve itibarına saldıran Milena, bu dönemde büyük bir Nazi sempatizanı olan babasının servetini mağdur ve yoksullar için ondan habersiz kullanır. Kasten ortaya koyduğu cüretkar ve dengesiz davranışları ile babasının ününe de leke süren Milena tüm bunları yaparken korksa da duyduğu haz çok daha baskın gelir. Fakat Milena babasına en büyük darbeyi Yahudi bir Alman olan Ernest Pollak ile birlikte olarak vurur. Ancak baba Jesenská sırf kızını Pollack’tan uzaklaştırmak için onu akıl hastanesine kapatacak kadar faşist bir adamdır. Ancak ne yaparsa yapsın Pollack’a deli gibi aşık olan Milena babasına baş kaldırarak onunla evlenir. Ancak ne yazık ki Milena’nın tutkulu bir aşk üzerine kurduğu bu evlilik Pollack’ın ona değer vermemesi ve sürekli aldatması ile derin yaralar alır.

İşte hayatındaki erkeklere karşı sürekli savaş vermek zorunda kalan genç, güzel ve akıllı Milena’nın Bohemya’nın en gelecek vaat eden yazarlarından Franz Kafka ile tanışması da böyle travmalı bir döneme rastlar…

Ve İki Baba Sevgisinden Yoksun Çocuk Buluşur…

Kötü giden evliliği ve kocasının sorumsuz davranışlarından ötürü harıl harıl iş arayan Milena için artık çalışmak tek ilaçtı. Bu yüzden de bir iş anlaşması yapmak için Franz Kafka ile o dönem Praglı sanatçıların sıkça takıldığı Arco Cafe’de buluşan Milena, buluşmanın sonunda işi almanın sevinci ile eve döner. Ancak bu tanışmanın Franz Kafka’nın üzerindeki etkisi çok daha farklıdır. Çünkü sevginin ne demek olduğunu pratikte hiç bilmeyen yazar, Milena’yı tüm kalbiyle sevmeye başlar.

Bir süre arkadaşça görüşen ve sonrasında mektuplaşmaya başlayan ikilinin mektuplarında dostluk, bir parça hayranlık; bolca tutku ve birbirleri aracılığı ile kendilerine keşfetme yolculuğu gizlidir. Fakat Milena, Franz Kafka ile asla gerçek bir ilişki yaşamayı düşünmez. Çünkü genç kadın kendisine sürekli kötü davranan kocasına halen aşıktır ve Franz ile mektuplaşmaları aslında genç kadının kırılan egosunu onaran bir ilaçtan farksızdır.

Uzunca süre devam eden mektuplaşmanın sonunda Franz Kafka, Milena’ya duyduğu hislerin bir karşılığı olmadığını kabul eder ve ikili Gmünt’te son kez buluşur. Ve bu veda buluşması, uzun yıllar içindeki aşkı ve bağlılığı tek başına taşıyan hasta ve yorgun Kafka için artık yolun sonudur. Milena’sız bir hayata tahammül edemediği için tedavisini kendi isteği ile sonlandıran ve ölüme koşar adım ilerleyen Kafka, Milena için yazdığı gönderilmemiş mektupları en yakın arkadaşı Max Brod’a teslim eder ve hepsinin yakılmasını ister. Ancak Max Brod arkadaşının vasiyetini yerine getirmeyi reddeder ve hem Kafka’dan hem de Milena’dan aldığı emanetleri yayınlatmaya karar verir. Böylece ilk olarak 1952 yılında 3 farklı dilde yayınlanan ‘Milena’ya Mektuplar’ eseri dünya edebiyatına kazandırılmış olur.

Bu unutulmaz ikilinin çalkantı, bencillik, sırdaşlık ve tutkuyla dolu ile ilişkisinden geriye ise şu hiç unutamayacağımız muazzam satırlar kalır:

“Hayatımda, en çok seni seviyorum diyorum ama bu gerçek sevgi değil sanırım, sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.”

Play Store’dan indir: https://play.google.com/store/apps/details?id=com.pubstory_app

App Store’dan indir: https://itunes.apple.com/gb/app/pub-story/id1391532307

 

Türkçe