Bazı Tanışmalar Çok Özel #40: Yılmaz Güney & Fatoş Güney

Ah o ”bazı tanışmalar”… 47 yıllık kısa yaşamı boyunca dinmeyen fırtınalardan geçse de Türk sinemasının ”Çirkin Kral”ı Yılmaz Güney için hayat işte öyle bir tanışmadan sonra başlamış. Düpedüz ayrı dünyaların insanı olsalar da ilk görüşte kopmaz bir bağla bağlanan Yılmaz Güney ve vefalı eşi Fatoş Güney, aşkın nefes almakla ya da kalbin vücuda kan pompalamasıyla ilgili olmadığını her gün bir kez daha kanıtlıyor.

Yılmaz Güney’den Önce…

1 Nisan 1937’de Adana’nın Yüreğir ilçesinde yokluklar içinde yaşayan bir ailede dünyaya gelen Yılmaz Pütün, işçi olan anne ve babasının da etkisiyle henüz küçük yaşlarda emeğin değerini anlar. Açık hava sinemalarında gazozculuk yapmaktan tutun da pamuk tarlalarında ırgat olarak çalışmaya kadar birçok farklı iş yapan genç Yılmaz, henüz ortaokul çağına geldiğinde toplumdaki sınıfsal eşitsizlikten rahatsızlık duymaya başlar. Öfkeli, ateşli, heyecanlı ve idealist bir genç olan Yılmaz, o dönem Adana’da setlerde çalışırken tanıştığı sanatçıların da etkisiyle edebiyata ve şiire merak salar. Okumayı tutku derecesinde seven ve sonraki yıllarda üniversite eğitimi için Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydolsa da  burada eğitimine devam etmek yerine sanat dünyasıyla haşır neşir olmayı seçer.

Ankara’da öğrenci olduğu yıllarda yönetmen Atıf Yılmaz’la tanışıp sinema konusundaki cesur fikirlerini paylaşma fırsatı bulan Yılmaz Pütün için Yılmaz Güney olma süreci böylece başlar. 1959 yılında Atıf Yılmaz’ın yönettiği Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik filmlerinin senaryosunu yazan ve oynayan Güney, artık Türk sinemasının protest sesidir.

Çirkin Kral, Güzel Adam

Sosyalist düşünceleri yüzünden iktidarlar tarafından onaylanmayan ve çekinmeden yazdıkları yüzünden mahkum edilen Yılmaz Güney, 1963 yılında Konya Cezaevi’nden tahliye edildiğinde tutkuyla bağlı olduğu sinemaya görkemli bir geri dönüş yapar. Aynı zamanda Yılmaz Güney’in lakabı da olacak ”Çirkin Kral” filmi işte bu dönemde çekilir. O dönemde yüksek kaşelerle çalışan yakışıklı ve iyi aile çocuğu görünümlü jönlere tepki gibi duran Yılmaz Güney, bir anlamda Türk sinemasında ezberleri bozar.

Yakışıklı bir adam olmamasına rağmen kendine has karizması ve zarafeti ile her daim kadınların yoğun ilgisine maruz kalan Güney, bu dönem çapkınlığı ve kısa süren ilişkileriyle nam salar. Eski Türkiye güzeli ve sinema yıldızı Nebahat Çehre ile kısa süren olaylı bir evlilik yaşasa da ünlü aktör kapılarını hiçbir zaman aşka kapamaz.

”Beni Benden Dinle”

Yılmaz Güney’in hayatını tamamen değiştiren tanışma ise 1969 senesinde gerçekleşir. O dönem çalıştığı filmin setinde sarışın mavi gözlü gencecik bir kız gören Güney, deyim yerindeyse ilk anda çarpılır. Yılmaz Güney’in çarpıldığı o kız ise, ölene dek elini bir an bile bırakmayan Fatoş Güney’den başkası değildir. O yıllarda Arnavutköy Kız Koleji’nde okuyan ve Arnavut asıllı varlıklı bir ailenin Moda’da yaşayan kızı olan Fatoş, Yılmaz Güney için hem çok ulaşılmaz hem de çok yakın hissettirir. Henüz o gün kendisine Beykoz Korusu’na gitmeyi teklif eden Yılmaz Güney’in teklifini ”Kesin filminde oynatmak isteyecek’ diye yorumlayan genç Fatoş, biraz sonra jet bir evlenme teklifi alacağından tamamen habersizdir!

Genç, cesur, gözü kara ve akıllı bir kadın olan Fatoş Güney’in Yılmaz Güney’e olan müdanasız yaklaşımı aktörü çok etkiler ve Yılmaz Güney, ilk görüşte çarpıldığı aşkı Fatoş’u evliliğe ikna etmek için aylarca uğraşır. ”Beni kimseden dinleme. Beni benden öğren. Söz veriyorum o zaman beni çok seveceksin” diyen Yılmaz Güney’le biricik aşkı Fatoş o tanışmadan tam 6 ay sonra, ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen evlenirler.

Evden Çok Uzakta…

Fatoş Güney’in ailesinin rızasını almadan, kaçar gibi evlenen çift öylesine aşıktır ki, dünya artık her ikisi için de daha yaşanılır daha iyi bir yerdir. Ancak ne yazık ki bu masalsı günler çok uzun sürmez. Çünkü 12 Eylül darbesi öncesinde kaotik siyasi iklim, elbette sinemanın protest sesi Yılmaz Güney’i de etkileyecektir. Yılmaz Güney farklı suçlamalarla 1974 ile 1981 yılları arasındaki büyük bir zamanı cezaevinde geçirir. Ancak cezaevinde de üretmekten, senaryo yazmaktan ve film yapmaktan vazgeçmeyen Güney’in 1980’den sonra 100 yıl hapis cezası hükmü ile kapalı cezaevine konulacak olması dünyasını tamamen değiştirir.

Bu yüzden tamamen tecrit edilmemek için yarı izinli olarak çıktığı Isparta Cezaevi’nden Paris’e giden ve bir daha geri dönmeyen Güney için ülkesinden uzakta geçirdiği zor günlerde en büyük desteği yine eşi Fatoş Güney olur. Hayatının son yıllarını Paris’te gurbet ve amansız bir mide kanseri ile boğuşarak geçiren Yılmaz Güney’den geriye, Türk sinemasının seyrini değiştiren filmleri; ödülleri ve ”Ciğerim” diye hitap ettiği Fatoş’una yazdığı şu satırlar kalır:

“Benim serseri hayatım seninle son buldu. Sen beni hayata bağlayan en güzel köprüsün. Köprülerin en güzelisin.”

 

Play Store’dan indir: https://play.google.com/store/apps/details?id=com.pubstory_app

App Store’dan indir: https://itunes.apple.com/gb/app/pub-story/id1391532307

Türkçe