Bazı tanışmalar çok özel #23: Nazım Hikmet & Piraye

Bazı aşklar dilden dile dolaştıkça sanki daha da büyür ve alevlenir. İşte Türk şiirinin en önemli isimlerinden Nazım Hikmet ve bu hercai şairin hayatına damga vuran Piraye’nin aşkı da aynı sözünü ettiğimiz gibi yılların hasretiyle alevlenip kora dönüşen bir birliktelik. Fiziksel olarak çok az bir arada kalabilseler de birbirlerinin kader çizgilerini değiştirmeyi başarmış bu ikilinin tanışmalarından çok daha ilginç olan hikayelerini sizler için yazdık:

Sessiz ve derinden.

Aslına bakarsanız Nazım ile Piraye’nin tanışma öyküsü öyle havada şimşekler çaktıran büyülü bir öykü değildir. Nazım Hikmet’in kız kardeşi Melda ile çok yakın arkadaş olan Piraye, çocukluk yıllarından bu yana kendisinden yaşça büyük olan Nazım’a hayrandır. Ancak uzaktan uzağa gelişen bu hayranlık herhangi bir beklenti barındırmaz. Hatta Piraye henüz 16 yaşındayken evlenir ve hemen ardından iki çocuk sahibi olur.

Bu sırada Moskova’da öğrenciyken tanıştığı ilk eşi Nüzhet Hanım’la ayrılan Nazım, bir takım ufak tefek gönül maceraları yaşamış olsa da boşanmanın ardından uzun süre boyunca gerçek bir ilişki yaşayamaz. Tepeden tırnağa isyankar bir ruh olan ve arkadaşları tarafından “Saçları bile tarağa isyan eden adam” olarak anılan Nazım, o günlerde her zamanki gibi kendisine hiç mi hiç benzemeyen munis bir kadının özlemini çekmektedir. Belki bu yüzdendir bilinmez, Nazım daha önce defalarca gördüğü Piraye’yi bir anda fark eder. Ve çift 1930 yılında “resmen” tanışmış olurlar. O sıralarda eşinden yeni ayrılan Piraye için Nazım Hikmet’in o asi romantizmine karşı koymak çok zordur. Ve Piraye, 1930’lu yıllarda yaşayan iki çocuklu dul bir kadın olmasına rağmen hiç kimseleri umursamadan kendisini Nazım’ın kollarına bırakıverir.

“Yatar Bursa Cezaevi’nde…”

Nazım’la Piraye’nin evliliği de tıpkı tanışmaları gibi sessiz sedasız ve gösterişsiz şekilde başlar. 1935 senesinde kimselere haber vermeden evlenen çift bu tarihten sonra İstanbul’da yaşamaya başlar. Fakat ne yazık ki çiftin mutluluğu pek de uzun sürmeyecektir. Çünkü Nazım Hikmet 1938 yılında “vatana ihanet” suçlamasından hüküm giyerek Bursa Cezaevi’ne gönderilecektir. Çevrelerindeki herkes Nazım’ın hırsızlık, tecavüz ve cinayet gibi suçlardan hüküm giyen suçluların yattığı Bursa Cezaevi’ne girmesiyle Piraye ile olan evliliklerinin derhal biteceğine inanır. Ancak o günlerde, esas hikayenin Bursa Cezaevi yıllarında yaşanacağını kim tahmin edebilir ki?

Çünkü Piraye, tüm dedikodulara inat yıllar boyunca hapishanedeki eşine temiz çamaşır, yüzlerce kitap ve elbette sınırsız bir sevgi götürecektir. İstanbul’da iki çocuğuyla birlikte yoksullukla mücadele etse de Nazım’a bunları asla yansıtmayan Piraye, umutla kocasının evine döneceği günleri hayal eder. Bu sırada Nazım Hikmet ise, o dönemde adeta bir toplum laboratuarı olan Bursa Cezaevi’nde yaptığı benzersiz gözlemlerden yola çıkarak kaleme aldığı “Memleketimden İnsan Manzaraları” ile uğraşır.

Ancak elbette Nazım’ın Bursa Cezaevi yıllarında kaleme aldığı eserler bununla sınırlı değildir. Çünkü dev şairin biricik karısı Piraye’ye yazdığı “Karıcığım” sözüyle başlayan mektuplar da en az onun kaleminden çıkan şiirler kadar şahanedir.

Bir tanem! / Son mektubunda: “Başım sızlıyor, yüreğim sersem” diyorsun. / “Seni asarlarsa, seni kaybedersem” diyorsun;“Yaşayamam” / Yaşarsın karıcığım / Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda / Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı / En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.

Ve belki de bu eşsiz mektupların yüzü suyu hürmetine Piraye, Nazım’ı tam 10 yıl boyunca umut, sabır ve büyük bir bağlılıkla bekler…

Münevver.

Piraye için dışarıda hayat tüm güçlükleriyle akıp giderken, yine bir cezaevi ziyareti gelip çatmıştır. Bu kez Bursa’ya kuzeni Münevver ile birlikte giden Piraye, o gün zaten bir hayalin üzerine kurduğu hayatının temelden sarsılacağını bir an bile aklına getirmez. Ancak ziyaret sırasında Piraye’nin dayısının kızı Münevver’i gören Nazım genç kadından çok etkilenir ve bir nevi “süper gücü” olan gizli aşk mektuplarıyla onun kalbini çalmaya çalışır. Çok geçmeden amacına ulaşan Nazım, Münevver’i etkilemeyi başarır ve bunun sonucunda Münevver sık sık Bursa Cezaevi’nin yolunu tutar.

Olan biteni fark etse de bunca yıllık bekleyişin ardından böylesi bir ihaneti kendisine konduramayan Piraye, çok geçmeden ona acıların en büyüğünü yaşatan bir mektupla sarsılır. Çıkan af söylentisi ile coşkuya kapılıp Münevver’le evlenme konusunda sözleşen Nazım Hikmet, uğruna “Bu yazılar, seni benden önce görmek bahtiyarlığında oldukları için onları kıskanıyorum” dizelerini yazdığı Piraye’den boşanmaya karar vermiştir. Mektubunda her şeyi açık seçik yazan şair, bu mektubu kaleme alırken Piraye’yi hayatından tamamen çıkaracağını düşler. Ancak işler Nazım’ın beklediği gibi gitmez ve af söylentileri boşa çıkar. Bunu duyan Münevver de Nazım’la ilişkisini bitirir ve bu noktada şair için tarifsiz bir pişmanlık başlar.

Son pişmanlık neye yarar?

Nihayetinde Müslüm Baba’nın o meşhur şarkısında da dediği gibi son pişmanlık fayda etmez ve Piraye derhal “Buraya kadar” diyerek boşanmayı kabul eder. Piraye uzun yıllar boyunca çok acı çekse de Nazım’ın barışma girişimlerini yanıtsız bırakır. Hapisten çıktıktan sonra büyük aşkı Vera ile yeniden aşkı bulan Nazım’ın tersine Piraye, kabuğuna çekilir ve yaşama veda ettiği 1995 senesine kadar kimseyle evlenmez. Nazım’ın Bursa yıllarında kendisine gönderdiği mektupları tahta bir bavulda özenle saklayan Piraye ve Nazım’ın 20 senelik hikayesinden geriye ise uzun mahpusluk yılları boyunca yazılan yüzlerce şiir, mektup ve Türk edebiyatına damgasını vuran kitaplar kalır…

 

Türkçe