Bazı tanışmalar çok özel #18: Janis Joplin & Leonard Cohen

Janis Joplin ve Leonard Cohen… Biri kısacık hayatına heybetli bir blues geçmişi sığdırmış bir rock ‘n roll efsanesi; biri ise mistik ruhuyla unutulmayacak dizelere imza atan bir beat kuşağı ozanı. Peki acaba hayat bu çok özel iki insanı nasıl bir araya getirdi dersiniz?

İşte kısacık bir hikayenin, yalnız ve hüzünlü kahramanlarının şiir gibi tanışma hikayesi.

Yalnızlık paylaşılmaz

Takvimler 1960’ların sonunu gösterirken, başta Amerika olmak üzere dünyanın birçok yerinde hippiler ve beatnikler resmen altın çağını yaşıyorlardı. Yüz binlerin doldurduğu sınır tanımayan festivaller, dev rock ‘n roll şovları; uyuşturucular ve mülkiyeti reddeden aktivist ruhlu gençler bu dönemin sıradan figürleri haline gelmişti.

Siyahi olmamasına rağmen, benzersiz gırtlağıyla o zamana dek siyahilerin tekelinde olanı blues janrında ezber bozan Janis Joplin işte tam da bu dönemde gerçek bir idol olarak kabul ediliyordu. Janis’in içinde yer aldığı festivaller dolup taşıyor, birçok gazeteci röportaj koparmak için peşinden koşuyor ve yüz binlere seslendiği konserler müzik eleştirmenlerinin sayfalarca methiye düzmesine neden oluyordu. Ancak böyle bir şaşaayı yaşamasına rağmen Janis iliklerine kadar yalnızdı ve deyim yerindeyse kimsesiz hissediyordu. Hatta bir konserinde yalnızlığını şu cümleyle binlerle paylaşmıştı: “Her gece en az 70 bin kişiyle birlikte oluyorum ama her gece yalnız uyuyorum”

Janis bunları yaşarken, Leonard Cohen evreninde de durumlar çok farklı değildi. Aslında yazdıkları yayınlanmış bir yazar olan Leonard Cohen, 32 yaşından sonra müzik piyasasına girmeye niyet ettiğinde çağın mottosu “30 yaşın üstündeki kimseye güvenme” idi.  O dönem birçok yapımcı ve müzisyenle görüşen Cohen için hayatındaki yalnızlık artık kariyerinin de bir parçası olmuştu. Şahane bir söz yazarı olmasına rağmen Bob Dylan’ın olduğu bir folk müzik piyasasında tutunamayacağına kesin gözüyle bakılan Cohen o yıllarda sadece şarkılarına sarılıyor ve sadık dinleyici kitlesini emin adımlarla kalabalıklaştırıyordu.

“Renkli rüyalar oteli”

Chelsea Hotel… O yıllarda New York şehrinin bohemleri için bir yuva gibi olan bu otel tam olarak “Duvarların dili olsa da anlatsa” diye tarif edilecek bir oteldi. 70 odası otel müdavimleri için sürekli rezerve tutulan bu otelin konukları arasında kimler yoktu ki? Andy Warhol, Edie Sedwick, Jim Morrison, Patti Smith, Jimi Hendrix, Joni Mitchell, Frank Zappa ve Arthur Miller bu otelde bir dönem yaşamış beat kuşağı efsanelerinden sadece birkaçıydı.

Bir bohem mabedi olan Chelsea Hotel’in bir diğer sakini ise Leonard Cohen’di. Özellikle şiirleri ve öyküleri üzerinde çalışırken kendini otel odasına kapatan Cohen için Chelsea Hotel hem bir sığınak hem de bir laboratuar gibiydi.

Leonard Cohen’in kaleme aldığı I’m Your Man kitabında geçen “Bu oteli sabaha karşı 03:00 saatlerinde çok seviyorum. Çünkü burası öyle bir yer ki o saatte kapıdan içeriye bir fahişe ile bir maymun kol kola girse bile kimse bunu iplemez” cümleleri ise Chelsea Hotel’in nasıl bir özgürlük alanı olduğunu açıkça dile getirmişti.

Saat gecenin 3’ü…

Leonard Cohen’in Chelsea Hotel’de en sevdiği saat olan sabaha karşı 03:00, tuhaf biçimde yüzyılın en iyi karşılaşmalarından birine de sahne olmuştu. Ruhunu tazelemek ve etrafı gözlemlemek için kısa bir gece yürüyüşüne çıkan Cohen, otele döndüğünde asansörde genç bir kadınla karşılaşmıştı. Vahşi saçları ve farklı kıyafetleriyle bu genç kadın Janis Joplin’den başkası değildi!

Leonard Cohen, Janis Joplin’in yeteneğine ve ruhuna düpedüz hayrandı ve onunla iletişim kurmak için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Janis’e dönüp “Kimi arıyorsun?” diye sorduğunda “Kris Kristofferson’u arıyorum” cevabını alan Cohen, sohbetin bir asansörün 1 metrekarelik alanında kalmasını istemiyordu. Janis’le asansörden inince ayrılmamak için esprili bir şekilde kendisinin Kris Kristofferson olduğunu söyleyen Cohen, böylece amacına ulaşmış ve genç blues yıldızını güldürmeyi başarmıştı. Rivayete göre sadece o geceyi değil, o yıl boyunca birkaç geceyi Chelsea Hotel’in 2 numaralı odasında geçiren ikili için bu yakınlaşma hiçbir zaman bir “ilişki” olmamıştı. Çünkü bambaşka evrenlerde yaşayan bu iki yalnız ruh bu gizli buluşmalarda aslında birbirlerine sığınıyorlardı.

Chelsea Hotel No:2

Bu gizemli tanışmadan sadece 2 yıl sonra, blues’un genç efsanesi Janis Joplin bu dünyadan göçüp gitmişti. İşte o günlerden birinde, salaş bir restoranda yalnız oturan Leonard Cohen’in buruşuk bir peçetenin üzerine karaladığı sözler ise Cohen’in en ikonik şarkılarından Chelsea Hotel No:2’nin ta kendisiydi!

“I remember you well in the Chelsea Hotel

You were famous, your heart was a legend

You told me again you preferred handsome men

But for me you would make an exception

And clenching your fist for the ones like us

Who are oppressed by the figures of beauty

You fixed yourself, you said, “Well never mind,

We are ugly but we have the music”

İşte bu tanışma, Chelsea Hotel No:2 gibi hikayeli bir şarkıyı bizlere armağan etmişti.

Türkçe