Bazı tanışmalar çok özel #1: David Bowie & Iman

Sadece biraz kafa dağıtıp belki birkaç kadeh içmek için bir bara giren sizle, gecenin sonunda bardan çıkan sizin aynı kişi olacağının asla garantisi yoktur! İşte birbirini hiç tanımayan yüzlerce yabancıyı bir anda konfor alanlarından çıkartarak ortaya binlerce öykü çıkaran bar oyunları projemiz Pub Story de hayatın bu çılgın sürprizlerinden ilham alarak doğdu.

Pub Story’de esas amacımız, başta birbirini hiç tanımayan katılımcıları, tasarladığımız yaratıcı oyunla bir araya getirmek. Yani işin özünde normalde gidip tanışamayacağınız insanlarla “çekinmeden” tanışmanın cazibesi var! Biz de bizi besleyen bu tanışmalardan hareketle bundan böyle her hafta, kahramanlarının hayatını değiştiren ve onları rutinlerinin içinden çekip alan efsaneleşmiş tanışmalardan bahsedelim istiyoruz.

İşte bu tanışma öykülerinden ilki, pek de istemeden gittiği bir partide “hayatının en büyük başarısı”nı kazanan David Bowie ve Bowie’nin deyimiyle “hayattaki biricik suç ortağı” Iman’a ait…

Tüm dünyanın hayran olduğu bir rock yıldızı ve seksi bir süper modelin aşkı kulağa başta çok klişe geliyor değil mi? Zengin, yetenekli, başarılı bir adam ve fotoğraf karesine biraz magazin dokunuşu ekleyen uzun bacaklı bir afet. Evet, buraya kadar her şey fazlasıyla “olması gerektiği gibi”
Ancak hikayenin kahramanları David Bowie ile bir döneme damgasını vuran Somali asıllı süper model Iman olunca, klişelere kafa tutan ve sonsuzluğa uzanan bir destana dönüşüyor.

“Dünyanın en yalnız adamı”

1977 yılında Berlin’de olduğu bir dönem, vokalisti Antonia ile yasak aşk yaşadığı sevgilisi Tony’yi Berlin Duvarı’na yaslanmış şekilde öpüşürken izleyen Bowie’nin ağzından şu sözler dökülüverir:

“I, i will be king
And you, you will be queen
Though nothing will drive them away
We can beat them, just for one day
We can be Heroes, just for one day”

Kim bilir belki de Bowie’yi Bowie yapan enfes şarkı Heroes’un ortaya çıkışı da aslında onun dünyaya meydan okuyacak kadar güçlü bir aşk yaşama özleminin dışavurumundan başka bir şey değildi.

Bu dünyadaki eşini bulma özlemiyle 80’li yılları kesif bir depresyon bulutu içinde geçiren David Bowie, kariyerinin en parlak dönemlerini yaşadığı bu dönemde, kendini deyim yerindeyse hep “kimsesiz” hissediyordu. İşin içine bir de müzik piyasasının getirdiği yalanlarla dolu sosyal çevre girince, Bowie alkol ve uyuşturucuyla olan ilişkine sığınmaktan başka bir yol göremiyordu. Hal böyleyken 27 yaşını çoktan geride bırakmış olsa da, annesi ve etrafındaki çok az yakını, Bowie’yi intihar eğilimli bulduğunu ve onun için endişelendiğini gizleyemiyordu.

Ve siyahla beyaz birbirine karışır…

O yıllarda Bowie’nin en yakınındaki isim, hem dostu hem de kuaförü olan Teddy Antolin’di. Turneler haricinde New York’taki evinden pek ayrılmayan arkadaşını, deyim yerindeyse yalvar yakar Los Angeles’taki doğum günü partisine gelmeye ikna eden Teddy Antolin, bu ısrarcı davranışıyla Bowie’nin hayatını mutlu sonla biten bir masala dönüştüreceğini daha o zamandan biliyordu.

Dönemin yıldız isimlerinin akın ettiği Los Angeles’taki kulübe beyaz klasik bir Mustang’le gelen Bowie, arabasıyla aynı renkte bembeyaz bir jean pantolon ve ceket giyiyordu. Aynı anda hem iddialı hem de şaşırtıcı derecede mütevazı olabilen bu etkileyici adam için hayat o dakikalarda “bomba gibi” bir sürpriz hazırlıyordu. (O zamanlar Pub Story olsa, Teddy kesin bir yolunu bulup Bowie’yi bizim etkinliğe çağırırdı!)

Mekana siyah bir Mercedes’le gelen ve asi imajını tamamlayan simsiyah deri bir elbise giyen süper model Iman meraklı bakışlar altında partiye girdiğinde, Bowie için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu efsane karşılaşmayı:

“Hemen sohbete başlamadıkları halde aralarında oluşan elektriği 5 km mesafeden bile fark edebilirdiniz” sözleriyle anlatan Teddy Antolin, bu andan sonra birbirlerine siyahla beyaz kadar iyi tamamlayan bu iki insanı aynı karede tutmak için yoğun bir çaba sarf etti.

Tartışmaya kapalı şekilde dünyanın en renkli ve en cesur insanlarından olan BowieIman’la yan yana geldiğinde tecrübesiz bir ergen gibi hissettiğini her fırsatta hatırladığını söylüyor:

“Onunla nasıl diyaloga gireceğimi bilmiyordum. Çok güzelsin, çok etkileyicisin ya da inanılmaz bir gülüşün var demek fazlasıyla klişe kaçacaktı ve benim sıkıcı biri olduğumu düşünmesinden deli gibi korkuyordum.”

Teddy (önde), John Lennon’ın oğlu Julian Lennon, David Bowie ve Iman bir partide muhtemelen “selfie”yi keşfederlerken

Bu partiden sonra yine ortak arkadaşları Teddy’nin ayarladığı bir buluşmanın hemen ardından, asla kimseye bağlanmayacakmış gibi duran David Bowie, doğacak çocuklarının ismini düşünmeye başladı ve ömrünü birlikte geçireceği kadının Iman olduğundan fazlasıyla emindi. Çünkü Bowie’nin gönülsüzce gittiği bir partide yaşadığı bu çarpışma gibi tanışma, onun kafasındaki “Süper modellerdeki altı boş güzellik” ön yargısını bir çırpıda kırıvermişti.

İkinci tanışmalarının henüz ilk dakikalarında (Evet gerçekten iki defa tanışmışlardı!) Bowie’ye, Afrika’da açlıkla mücadele ve AIDS’li bireylerin topluma karışabilmesi adına yürüttüğü çalışmaları heyecanla anlatan Iman, deyim yerindeyse Bowie’yi şöyle bir silkeledi. Böylece yıllar yılı muzdarip olduğu depresyonla korkusuzca yüzleşen Bowie, o günden sonra sosyal sorumluluk mücadelesinde Iman’ın en büyük destekçisi oldu.

David Bowie’nin arkasındaki gerçek David’i görmek

Tanışmalarının üzerinden henüz birkaç ay geçmişken Iman’a evlenme teklif eden Bowie, önce sert bir “Hayır” yanıtı aldı.

Iman’ın gerekçesi ise çok netti: Bowie onunla evlenmek istiyorsa ailelerini bir araya getirmek ve her şeyi geleneklere uygun bir şekilde yapmalıydı. Iman söz konusu olduğunda kadınların iç çamaşırlarını fırlattığı adam olmayı elinin tersiyle iten Bowie, sevgilisinin diplomat babası ile eski bir garson olan annesini bir araya getirdi ve çift artık resmen nişanlanmıştı.

24 Nisan 1992’de Floransa’da, sadece birkaç konuğun davetli olduğu özel bir törenle hayatlarını birleştiren çift, evliliği asla aşkı öldüren bir dayatma olarak görmediler. Hem zaten nikahlarının onuruna nefis şarkılar besteleyen bir romantikle evlilik nasıl sıkıcı ve sevgisiz olabilirdi ki?

25 sene süren ilişkileri boyunca bir gün bile üzülmediğini anlatan Iman, Bowie’nin ölümünden sonra verdiği bir röportajda: “İlişkideki kavgacı ve huysuz taraf her zaman bendim. David ise her zaman sakin, yapıcı ve sevgi doluydu. O beni sakinleştirdi bense onun heyecanını kaybetmemesine yardım ettim” cümleleriyle yaşamı boyunca her fırsatta “Hayattaki en büyük başarım karımla evlenmek”diyen kocasını aşkla anmaya devam ediyor.

Ancak aynı röportajda kalbimizin içine işleyen bir bölüm var ki, şu son zamanlarda pek bir popüler olan “Relationship Goals”akımının ulaştığı son nokta gibi desek yeridir:

“Ben de David Bowie’yi herkes kadar tanıyorum. Çünkü David Bowie, David’in sahne için yarattığı gerçek olmayan bir persona. Benim tanıyıp aşık olduğum adamsa, en saf ve maskesiz haliyle David Jones. Her gün yemekler pişirdiğim, dizime yatırıp saçlarını okşadığım, hastayken baktığım; kızımın babası ve biricik kocam David Jones da en az David Bowie kadar yeri dolmayacak biri”

Peki Bowie ya o partiye hiç gitmeseydi? Kader onu Iman’la yine de bir araya getirir miydi dersiniz? Bizce siz gene de ilahi tesadüflere çok takılmayın. Çünkü tüm güzel ve heyecan verici şeyler genelde konfor alanı denen o sınırlı bölgenin dışında kalır. Konfor alanınızın dışına giden en kısa ve en eğlenceli yolu bulmak için bir sonraki Pub Story etkinliğimize katılın yeter!

Türkçe