Altı Köpek ve Bir Gece / 9

Yiğitcan Erdoğan, Pub Story blog için yazdı.

Size dışarı çıkmaya karar verdiğim bir gecenin hikayesini anlatmak istiyorum. Biraz detaylı anlatacağım, işin açıkçası biraz da kayıt tutacağım; o yüzden gelin, oturun, ayaklarınızı uzatın ve başlayalım.

Öykümüz bir kış gecesinde başlıyor. Aylardan belki Aralık, belki Ocak. Mevkimiz Yunanistan’ın Atina şehri olduğundan dolayı haşin bir kış yok önümüzde. Hava gündüzleri sekiz ila dokuz derece arasında seyrediyor, geceleri dört ila beş arasına düşüyor. İyi bir kaban ve inanan bir tavrın gece hayatta kalmanıza yeteceği geceler yaşanıyor Atina’da. Cebinizde metelik olmadan, elinizde sigarayla yağmurlu sokaklarda dolaşarak dünyalar keşfedebilir ve dünyalar kaybedebilirsiniz. Şehir bunu biliyor.

Öykümüzün baş karakteri ben. Ben olan şahıs yani. Bir Cuma gecesi evde oturuyorum. Cuma geceleri kendime dışarıya çıkmak için ayırdığım bir gece. İş koymuyorum, kimseye söz vermiyorum, uzun vadeli plan yapmıyorum. Cuma gecesi dışarıya çıkılır. Bunu biliyorum. Kimse gelse de, gelmese de. Nitekim gelecek kişilerin de sayısı azalıyor zaten gün geçtikçe. Göçmenlik hayatının kaidesi bu. Uzun vadeli ilişkiler kurmak pek anlamlı gelmiyor. Bulunduğun yörenin yerelleriyle kurulan bağlantılar senin bir gün gidebileceğin ihtimalinin sırtında sallanıyorlar. Senin gibi göçmen olanların da bir gün gidecek olmalarının ihtimali arada hep bir bariyer barındırıyor. Bu bir korku değil. Bir gözlem. Göçmenler göçüyor.

 

Bu yüzden eğer Cuma gecelerini “dışarıya çıkılacak gece” olarak kaydettiyseniz ve başka bir memlekette yalnız yaşıyorsanız, o zaman hızlıca yalnız dışarıya çıkmayı öğrenmeniz gerekiyor. Bunu size öğretebilecek kimse yok. Kendi hudutlarınızın farkına kendiniz varıp, bu hudutların dışına kendinizi kendi kendinize itmeniz gerekiyor. Hududun içinde kaldıkça rahata erdiğinizi düşünüyor olacaksınız, emin olun ki bu yanlış. İçinde rahat olduğunuz hudutlar, içinde çürüdüğünüz hudutlardır. Her rahatlık hududunun bir de aşılması gereken görünmez bir engeli vardır.

 

Hikayemizin ben karakteri de bu sebepten Cuma geceleri tek başına dışarıya çıkmaya alıştırıyor kendisini. Gidip dans etmek, kendini kaybetmek ve yetenekli bir müzisyenin nakış gibi işlediği melodilerinin kırbacında başını göğe değdirmek istiyor; bunları yaparken yanında kimsenin olmamasına aldırış etmemek istiyor. Bu sebeple de iyi kabanını alıp, tavrını inanmaya yaklaştırıp, dışarıya çıkıyor. Hava soğuk. Gece karanlık. Sokaklarda muhtelif eğlence mekanlarına doğru yer değiştiren bir kalabalık var. Ben olan karakter yolunu kırıp, kendini Monastiraki’de buluyor.

 

Monastiraki, Akropolis’in eteklerindeki tarihi semt Plaka’nın bitişiğinde bir muhit. Atina’nın belki de en meşhur muhitlerinden biri. Monastiraki meydanı şehre geldiğinizde mutlaka görmeniz gereken yerlerden biri ve geldiyseniz, sayısız tavernalardan birinde akşamı geçirebilir; mideniz çok dolmadıysa yakınlardaki gece kulüplerinden birine de gidebilirsiniz. Eğer kararsız kaldıysanız, six dogs’a göz gezdirebilirsiniz. Meydandan bir sağ, bir sol yapınca sağda kalan bir mekan six dogs. İçinde de türlü türlü güzide EDM müzisyenleri çalıyor.

 

O gece de sahnede, setin arkasında bir DJ var. Faithless vakti zamanında tüm dünyaya “Tanrı bir DJ’dir” diye buyurduğunda elbette söylediği şeyin kozmik izdüşümü büyüktü, ama bunu kaçırıp meseleyi yanlış anladıysanız düzeltmekte fayda var: Faithless o şarkısında tüm DJ’ler bir tanrıdır demiyordu. Zaten diyecek olsaydı da o akşam çalan sanatçıyı görse, muhtemelen şarkıyı piyasaya sürmezdi bile.

Türkçe